
Her ay açıklanan açlık ve yoksulluk sınırları, toplumun en kırılgan kesimlerine dair rakamsal bir çığlıktır. Ancak bu çığlık, yalnızca duyanı değil, duymayanı da sorumlu kılar. Açlık sınırı belirlenir; çünkü aç olanın sesi duyulmak zorundadır. Peki ya tokluk sınırı? Doymak bilmeyenlerin, daha fazlasını isteyenlerin, lüksü ihtiyaç gibi pazarlayanların sınırı neden hiç konuşulmaz? Çünkü bu düzen, ihtiyaçtan değil, iştahın gücünden besleniyor. Tok olanın sınırı yoksa, aç olanın sınırı da anlamını yitirir. Milli şuur, sadece bayrakla değil, sofrayla da ölçülür. Sofrada adalet yoksa, sokakta huzur da kalmaz.
Gençlik, bu adaletsizliğin en sessiz tanığıdır. Umutsuzlukları, sadece ekonomik değil; ahlaki ve kültürel bir çöküşün de göstergesidir. Gelecek, onlara sınavla değil, sınanarak sunuluyor. Diplomalar, işsizliğe; hayaller, borçlara; umutlar, göç yollarına dönüşüyor. Gençler küskün çünkü sesleri duyulmuyor, fikirleri ciddiye alınmıyor, varlıkları sadece istatistik olarak görülüyor. Oysa bir milletin geleceği, gençliğin gözündeki ışıktır. O ışık sönerse, millet karanlığa mahkûm olur.
Millet geçinemiyor çünkü üretim değil, tüketim kutsanıyor. Her şey pahalı çünkü her şeyin değeri, insanın değerinden kopmuş durumda. Market rafları, kira fiyatları, fatura tutarları…
Bunlar sadece ekonomik göstergeler değil; aynı zamanda vicdanın da göstergesi. Bir toplum, en zayıfını ne kadar koruyorsa o kadar güçlüdür. Bugün milletin sırtına yüklenen ekonomik yük, sadece cebini değil, ruhunu da ezmektedir. Milli şuur, bu yükü paylaşmakla başlar. Paylaşmayan, bölünür.
Sürekli ayrı bir gündem, sürekli bir kaos… Çünkü dikkat dağınıklığı, hakikatle yüzleşmeyi engellemenin en ucuz yoludur. Gündemler değişir, ama sorunlar sabit kalır. Bir gün ekonomi, bir gün dış politika, bir gün magazin… Ama sofradaki ekmek hep aynı kalır: eksik. Bu kaotik döngü, halkın zihnini meşgul ederken, çözüm üretmeyenlerin iktidarını sürdürmesine hizmet eder. Oysa milli şuur, gündemle değil, gündemin ardındaki gerçeklerle ilgilenir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey; sadece ekonomik reformlar değil, vicdani bir uyanıştır. Tokluk sınırı belirlenmeli, çünkü adalet sadece açları değil, doyumsuzları da sınamalıdır. Gençliğe umut verilmeli, çünkü gelecek sadece planlarla değil, inançla kurulur. Milletin geçimi kolaylaştırılmalı, çünkü geçim derdi olanın düşünme, üretme, direnme gücü azalır. Ve gündem sadeleşmeli, çünkü hakikat karmaşada değil, sadelikte saklıdır.
Milli şuur; sadece savaşta değil, barışta da dirayet ister. Sofrada, okulda, sokakta, ekranda… Her yerde adaletin sesi olmalı. Yoksa açlık sınırı değil, vicdan sınırı aşılır. Ve o sınır aşıldığında, milletin ruhu üşür.