KÖY ENSTİTÜLERİ

KÖY ENSTİTÜLERİ

📊36 görüntüleme
KÖY ENSTİTÜLERİ
Kıymetli Okuyucularım, Geçtiğimiz pazartesi günü itibari ile yeni bir eğitim-öğretim yılına daha merhaba dedik. Öncelikle Milli eğitim camiası, veliler ve öğretmenler için güzel bir eğitim-öğretim yılı olmasını temenni ediyorum. Biz her ne kadar güzel ve iyi temennilerimizi iletsek de son yıllarda okulların mevcut fiziki şartları, sürekli değişmesi gündemde olan eğitim sistemi, öğrenci seçme yöntemleri ve öğretmen yetiştirme programları dahil olmak üzere birçok konuda olumlu/olumsuz eleştirilen bir Millî Eğitim Bakanlığı var. Özellikle öğrencilerin hayatını etkileyecek kararların birkaç saate sığdırılan sınavlara göre alınması, sınavlarla ilgili bitmeyen tartışmalar, eğitim sisteminin yaparak yaşayarak öğrenmeden ziyade ezbere dayalı olması ve öğretmen yetiştirmede uygulamaların nitelik ve nicelik olarak yeterli olmaması gibi etkenler eleştirilerde üzerinde durulan konuların başında gelmektedir. Peki eleştirilen konuların düzeltilmesi ve uygulanması zor mu? daha önce örneği var mı? Gelin şimdi hep birlikte Cumhuriyetin ilk yıllarında bir aydınlanma projesi olan köy enstitülerinden bahsederek hem bugünkü eğitim sistemi ile aradaki farka birlikte bakalım, hem de geleceğe dair neler yapmalıyız birlikte karar verelim. Kurtuluş Mücadelesinin devam ettiği yıllardı. Bir yanda ülkenin kurtuluşu için mücadele verilirken bir yandan da eğitime ve toplumsal kalkınmaya önem veren Mustafa Kemal Atatürk, 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi’ni toplamış ve ülkenin kalkınmasında eğitimin önemine vurgu yapmıştı. Atatürk’ün emriyle 1924 yılında Amerikalı filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey ülkeye davet edilip Türkiye için bir rapor hazırlaması istenmişti. “Okul hayata hazırlık değildir, hayatın kendisidir” diyen Dewey, bir çocuğun hayata dair tüm öğreneceklerini okulda edinmesinin önemine vurgu yaparak, işe yaramayacak bilgilerle müfredatın gereksiz meşgul edilmemesi gerektiğine inanan ve bugün de fikirlerinden istifade edilen ünlü bir eğitim kuramcısıdır. Eğitimde uygulamaya ağırlık veren ve “yaparak yaşayarak öğrenme” modelini savunan Dewey, Türkiye’yi gezerek ülkesine dönmüş ve Türkiye için bir eğitim raporu hazırlamıştı. Ne yazık ki Atatürk’ün vefatı sonrası bu proje sekteye uğrasa da dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Atatürk’ün üzerinde büyük emekleri olan projeyi hayata geçirmek için çalışmaya devam etti. Kurtuluş Savaşı sonrası halkın yaklaşık %80’inin kırsalda yaşadığı ve toplumda okuryazarlık oranının yalnızca %5 olduğu yıllardı. Halk, kırsal kesimde köy ağalarının emrinde ırgatlık yaparak ağaların refahı için ömrünü harcıyordu.   Elverişli tarım arazilerinin bulunduğu ve şehir merkezlerine uzak ama trenle ulaşımın sağlanabildiği 21 bölge seçilerek Köy Enstitüleri’nin açılması için çalışmalar tamamlandı ve 7 Nisan 1940 tarihli 3803 sayılı yasa ile öğretmen yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri resmen kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri’nden mezun olan öğretmenler köylerine gidip toprak ağalarının emrinde ve hizmetinde çalışan insanlara eğitim verecekler ve bir aydınlanma döneminin başlangıcına vesile olacaklardı. Köy enstitülerinde okulda derslerin yalnızca %50’si temel eğitime, geri kalan %50’si ise uygulamaya ayrılıyordu. Öğrenciler tarım arazilerinde ekip biçmeyi öğreniyor, kendi ürettikleri buğdaydan ekmek yaparak kendi ihtiyaçlarını karşılıyordu. Aşık Veysel müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını öğretiyor, her öğrencinin mezuniyet için Türkçe ’ye çevrilmiş dünya klasikleri arasından 25 eseri okuması mecburi kılınıyordu. Anadolu’da ilk amfi kurularak Mozart’ın eserleri sergileniyordu. Cumartesi günleri serbest kürsü geleneği vardı ve herkes özgürce düşüncelerini dile getiriyordu. Haftada bir gün tüm öğrencilerin serbest kürsüde düşüncelerini rahatça ifade ettiği, her öğrencinin bir enstrüman çalmasının zorunlu olduğu, ezberin olmadığı, ağaç diken ve inşaat yapan öğrencilerden söz ediyoruz. Köy Enstitüleri’nde eğitim gören öğrenciler kendi okullarını inşa ederek iyi bir inşaat ustası, kendi yemeklerini yaparak iyi birer aşçı olmuşlardı. Köy Enstitüleri mezunu öğretmenler görevlerine başlayınca bireysel gelişimlerinin yanı sıra halkın da yavaş yavaş aydınlanmaya başlaması toprak ağalarının hoşuna gitmemiş; ilk defa verilen talimatları sorgulayan bir toplumla karşı karşıya kalmışlardı. Bir rivayete göre, okulu gezmeye gelen dönemin Cumhurbaşkanı için o günkü menüden farklı bir yemek sunulması öğrenciler arasında huzursuzluk çıkarmış ve ilk serbest kürsü konuşmasında bir öğrenci “Bu ülkede herkes eşit mi değil mi, neden Reis’i Cumhur’a ayrıcalık yapıldı?” diye sormuş; bunun üzerine okul müdürü kürsüye gelip Cumhurbaşkanı’na şeker hastalığı nedeniyle farklı bir yemek verildiği şeklinde açıklamada bulunmak zorunda kalmıştır. Köy Enstitüleri’nin açılmasından beş yıl sonra Dewey Türkiye’ye yeniden geldi ve okulları yerinde incelediğinde son derece memnun olduğunu belirtmişti. “İşte hayalimdeki eğitim sistemi budur” demiş ve Dewey’in köy enstitüleriyle ilgili övgü dolu sözleri dünyaya yayılmış, birçok uluslararası eğitim konferanslarında örnek gösterilmişti. Bizim hayal ettiğimiz, öğrencilerimizin yaratıcılık seviyelerinin en üst düzeyde olduğu bir sistemi Köy Enstitüleri’nde gerçekleştirmiştik. Kamuya açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre siyaset üzerinde büyük etki sahibi olan toprak sahipleri nüfuzlarını kullanmaya başlamış ve Köy Enstitüleri’nin kapatılması için siyasi baskı yapmışlardı. Aynı dönemde Rusya’nın bazı doğu illerimiz üzerinde hak iddia etmesi üzerine dönemin Cumhurbaşkanı, “Amerika Birleşik Devletleri’nden Rusya’ya karşı yardım istemiş; karşılığında ABD’nin talebi Köy Enstitüleri’nin kapatılması olmuş” gibi anlatılar da bulunmaktadır. Böylece Köy Enstitüleri, iç siyasi çıkarlar ve küresel güçlerin etkisiyle 27 Ocak 1954 tarihinde kapatılmıştır. Atatürk’ün önerdiği “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitap ve bugün Finlandiya eğitim sisteminin kökenlerinin Köy Enstitüleri’ne dayandığını, aynı sistemin uygulandığını hatırlatmak isterim. Her biri dünya klasikleri arasından 25 kitabı okuyup mezun olmak için en az bir enstrüman çalmayı öğrenen ve kendi buğdayını yetiştirip ekmek yapan bu öğrenciler, bugün elinde tableti düşmeyen, araştırma yapmaktan ve fikir üretmekten aciz, cenazede ağlayıp düğünde oynamasını bilmeyen bir kuşağa evrildi yeni nesil. Bu arada son bir not: Köy enstitülerinin duvarında hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz yazdığı rivayet edilir. Çok anlamlı ve yerinde bir söz. Biz öğrencilerin hepsinin aynı şeyi mükemmel öğrenmesini bekliyor, kişisel özellikler, beceri ve merak gibi kavramları devre dışı bırakarak öğrencilere ihanet ettiğimizi düşünüyorum. İnsan bazen nereden nereye diye de düşünmüyor değil... Mutlu hafta sonları, keyifli okumalar.

Paylaş:

İlgili Haberler

KÖY ENSTİTÜLERİ | Kritik Nokta